İzmir’de
43 senedir yemek sektörü içinde yer alan ve lokantasında Girit ve Türk mutfağından
örnekler sunmaya çalışan Adnan Gülay, “Türkiye’de yemek için artık iyi malzeme
bulmakta zorlanıyorum” dedi.
Adnan Gülay
Annenin ilhamı ve ustanın becerisi
1961 yılında İzmir’de doğan Adnan Gülay namıdiğer
Adnan Usta (54), 43 senedir yemek işiyle uğraşıyor. Babası, 1910-1911 yılları
arasında iki yaşındayken Selanik’ten göç ediyor. Annesi ise yine aynı yıllarda
Girit’ten İzmir’in Eşrefpaşa ilçesine göç ediyor. Haliyle bir göçmen olan Adnan
Gülay, yemek sektörü içindeki macerasını şu şekilde anlatıyor; “İlkokul
bittikten sonra yemek sektörüne adım attım. Biz ailecek göçmeniz ama benim
ustam Hüseyin Cesur da Giritli bir göçmendi. Kendisi İzmir’in en eski aşçılarındandır.
Ben bu mutfağı hem annemden hem de ustamdan öğrendim. 37 sene İzmir spor
lokantasında hem çırak hem ustalık hem de ortaklık yaptım. Daha sonra buradan
ayrılmaya karar verip altı sene önce Alsancak’ta İzmir Girit Lokantasını açtım”.
Ot ve zeytinyağından oluşan bir mutfak
Girit Otu olarak anılan bu yemek ısırgan otu, ebegümeci gibi 8 adet ottan oluşuyor
2009 yılında İzmir Alsancak’ta Konak Pier’in karşı
tarafında Türk ve Girit mutfağından örnekler sunan bir yer açan Adnan Gülay, bu
iki mutfağın arasındaki farkı şu şekilde anlattı; “Öncelikle bu iki mutfağı
ayırmanın bir manasının artık olmadığını düşünüyorum, çünkü artık birbirleriyle özdeşleşmiş
durumda. İlla ayırmak gerekirse, Girit mutfağında ot çeşitleri daha çokken Türk
mutfağında etli yemek çeşitleri ağırlıklıdır. Ama bu demek değildir ki otlu
yemeklerin içinde hiç et olmaz. Bunun yanı sıra Girit mutfağında yapılan yemeklerin
neredeyse hepsinde zeytinyağı kullanılır, başka yağ kullanılmaz. Küçükken annem
zeytinyağı bulamadığında ham zeytinlerden dört tane atardı yaptığı yemeğin
içine; o kadar önemlidir yani".
Salyangozu yapan var da tadan yok
Adnan Gülay’a, Girit mutfağından hangi yemekleri
yapıyorsunuz dediğimizde ise şunları söyledi; “Mevsimden mevsime değişiklik arz
ediyor ama genel olarak cibes, enginar, kabak çiçeği, şevketibostan, arapsaçı sarmaşık,
kereviz ve brokoli gibi birçok otlu yemek yapıyoruz. Bazılarını
şu anda yapamıyoruz. Mesela arapsaçı, Nisan ayından sonra lezzeti kaybolur,
kartlaşır.”. Gülay’ın saydığı brokoli, enginar ve kerevizin Girit mutfağına
özgü olduğunu duyduğumuzda şaşkınlığımızı gizleyemeyerek gerçekten mi sorusunu
sorduk, Adnan Usta ise şu cevabı verdi; “Elbette bizim kültürümüze ait
yemeklerdir. Boşuna mı dedim bu iki mutfağı ayırmaya gerek yok diye. Kereviz
Girit yemeğidir, brokoli de öyle. Eskiden enginarı çiçek diye görürlerdi. Zaten son yıllarda bu yemekler uzmanlar
tarafından sağlıklıdır yiyin demeye başlayınca popüler oldu, ondan önce kimse bu yemeği tercih etmezdi. Benim bir de yapmadığım bir yemek var; salyangoz.
Normalde tavuk kadar temizdir. Yeşillikte çıkar yeşillikte büyür. İşte o
salgısı yüzünden kimseye hoş gelmiyor ben de yapmıyorum”.
Ustadan hormona tepki
Patlıcanlı sebzeli Rumeli dolma
İzmir Girit Lokantasının
sahibi Adnan Gülay’ın en çok zorlandığı konunun malzemeler olduğunu
öğreniyoruz. Konu hakkında şunları paylaşıyor; “Türkiye’de yemek için artık iyi
malzeme bulmakta zorlanıyorum. Ben 43 senedir bu işin içinde olmasam sebze
alırken gerçekten işim zor olurdu. İyi sebze almak, malzeme bulmak çok zor. En
iyi aşçı gelsin önüne kötü sebze koyayım, ne olacak bakalım. Şimdiki sebzelerin
hepsinde yok pestisit var, yok hormon var. Bir enginar alıyorsun mesela, öyle hormon
katmışlar ki sebze bildiğin kartlaşmış, yenmeyecek halde”.
-Foto-haber
Muhammed Nizar Bitar (49), 2011 yılında Suriye'deki iç savaştan kaçıp Türkiye'ye sığındı. Dört sene içinde lokanta zinciri kuran Bitar'ın Aksaray'da açtığı ilk lokantası olan Tarbuş'ta (Fes) bir röportaj gerçekleştirdik. Haberimizde Muhammed Nizar Bitar'ın Suriye'den Türkiye'ye geliş hikayesini ve kendisinin Suriye mutfağı hakkındaki görüşlerini bulabileceksiniz.
Türkiye'ye eşiyle ilk kez 1989'da gelen ve 2006 yılında cheesecake tatlısı ( peynirli kek ) yapan bir yer açan Maria Perdue Türkiye'deki erkeklere seslenerek; "Hanımlar evden çıksın ve ekonomik özgürlüklerine kavuşsun" dedi.
Maria Perdue
Çocuklarım burada büyüsün istedim
Amerikalı Maria Perdue (52), İstanbul'a ilk kez 1989 yılında eşi Ron Perdue'nin öğretmen olarak
çalışmaya başlamasıyla geldi. Eşinin rahatsızlanması sonucunda bir sene sonra Amerika'ya dönüş yapmak zorunda kaldı. Amerika'da iken San Francisco'da değerli taş uzmanı olarak çalışan Perdue, aklından çıkaramadığı İstanbul'a geri dönüp yaşamak için eşini ikna etmeye başladı. İkna sonuç verince 1995 yılında İstanbul'a geldiler. Niçin Türkiye'de kalmak istediniz dediğimizde Perdue şunları söyledi; "Buradaki insanları çok sevdim. Net bir kültürleri, bir misafirperverlikleri var. Ben de çocuklarımı burada büyütmek istedim".
Her şey bir armağanla başladı
İstanbul'da cheesecake yapan bir yer açmaya nasıl karar verdiniz dediğimizde ise; "Ben İstanbul'un Bostancı semtinde oturuyordum. Burada Karadenizli Kılıçlar ailesi ile tanıştım. Onların Çavuşbaşı'nda bir çiftlikleri vardı ara ara onlara giderdik. Altı sene sonra bana yan taraflarındaki çiftliğin boş olduğunu söylediler. Ben ve eşimde çocuklarımız için buraya taşınmaya karar verdik. Bu sırada taşınmadan önce bir komşum Kadıköy'de bir kahve dükkanı açtı. Bunun açılışı için bir davet verdi. Ben de bu davete elim boş gitmeyeyim diye annemin bana öğrettiği cheesecake'i yaptım. Bunu tadınca çok beğendiler. Kafe'nin sahibi olan komşum da bana 'bu tatlıyı yapar mısın?' deyince ben de biraz para kazanmak için kabul ettim. Sonra Çavuşbaşı'ndaki çiftlik eve taşındım. Benden sonra da kafe'nin sahibi olan arkadaşım da buraya taşındı. Ben bir süre daha kendisiyle çalıştıktan sonra kendi yerimi açmaya karar verdim.
Hakkımda dedikodu çıkardılar
Frambuazlı Çikolatalı Cheesecake
2006 yılında Çavuşbaşı'nda Maria Cheesecake adlı bir yer açan Maria Perdue kafeyi asıl açma sebebini şu şekilde anlattı; "Bizim oturduğumuz yer olan Çavuşbaşı'nda yaklaşık 100 metre uzaklıkta olan bir bölgede bir hanım için oturup çay içilecek hiç bir yer yoktu. Çay hanı vardı ama kadınlara yer yoktu. Ben de bu nedenden dolayı bir yer açmaya karar verdim ve bu bölgede 20 metrekarelik bir yer kiraladım". Dükkanını açarken birçok sorunla karşılaştığını söylüyor Perdue. Öncelikle eşi bu işe karşı çıkmış ama inadını kıramamış. Sonra büyük bir fırın alması gerekmiş, onu da Amerika'ya giderek arkadaşlarına bir süre cheesecake satarak halletmiş. Topladığı parayla fırını, eşinden aldığı 200 dolarla ise mutfak malzemesi almış. Tam aksaklıklar bitti dükkanı açtım derken bir aksilik daha yaşadığını söyledi Maria Perdue. Yaşadığı aksiliği şu şekilde anlattı; "Ben bir yabancı olarak burada bir yer açmaya karar verince bölgede yaşayan insanlardan tepki aldım. Hakkımda tabiri caizse dedikodu çıkardılar. Öyle olunca biri de beni şikayet etti. Benim de dükkanım çalışma izni olmadığı gerekçesiyle mühürlendi. Evet yoktu ama ben yapmak istiyordum. Sabah akşam aradım, evrakları tamamlamaya çalıştım. Bu süre boyunca yanımda çalışan Aynur da bana çok yardımcı oldu. Ben üç ay sonra bu belgeleri aldım ve dükkanı yeniden açtım. İşin komik yanı ise bu üç aylık süreçte belediye bizim caddeyi yeniden düzenlemeye kalktı. Her yeri kazdı. Öyle olunca da kimse iş yapamadı. Size karşı olan bu ön yargıyı nasıl kırdınız dediğimizde ise tek bir kelime sarf etti Maria Perdue;"Sevgi. Ben her gün onlarla konuşmaya başladım. Beni tanıdıktan sonra anladılar en sonunda bir zararımın olmadığını" diye konuştu.
Maria'nın elinden frambuazlı çikolatalı cheesecake
Sevgi yerine hesap makinesine önem veriyorlar
Yaban Mersinli Cheesecake
Dokuz sene içinde beş dükkan açan Maria Perdue, yaptığı cheesecake'in farkını şu şekilde anlattı; "Ben gerçek peynir kullanıyorum ve bitkisel yağ yerine hayvansal yağ kullanıyorum, Türkiye'de ise çoğunlukla labne (krem peynir) kullanıyor ve daha ucuz malzeme kullanmayı tercih ediyorlar çünkü yaparken sevgi yerine hesap makinesine önem veriyorlar. Bunun yanı sıra birkaç malzeme dışında meyveleri taze alıyorum ya da sonra kullanmak için konservelik hale getiriyorum. Bir de eğer böyle bir işi yapacaksanız burada yaşayan insanların damak tadını anlamaya çalışacaksınız. Ben de öyle yaptım mesela siz kremayı fazla sevmiyorsunuz ondan az kullanıyorum. Biz çok severiz ondan şişmanız. Başka bir örnek daha vereyim, Trabzon'dan belli mevsimlerde bana taze yaban mersini gelir. Ben onu cheesecake'te kullandım. Kimse tercih etmedi. Çünkü üstüne serpmiştim. Değiştirdim, dolma gibi içine koydum. Şimdi severek yiyorlar. Kaç çeşit cheesecake yapılıyor ve buraya gelen müşteriler en çok neleri tercih ediyor dediğimizde ise Perdue şunları söyledi; "İlk önce fazla çeşit yapmazdım sonra düşündüm bunları görüp rahatça yapabilirler diye daha farklı çeşitler yapmaya başladım ve şimdi 16 tane çeşidimiz var. Müşteri hepsini seviyor ama yaban mersinli, frambuaz ve istanbul adlı cheesecake'i daha çok tercih ediyorlar" dedi.
Kimsenin kimseyi ezmeye hakkı yok
Ayda 4000 tane, elle tek tek yapıldığını öğrendiğimiz cheesecake'in arkasındaki gizli kahramanlar kim, dediğimizde ise Maria Perdue, "Kadınlar" cevabını verdi ve şöyle devam etti; "Ben bu yeri kadınlar için açtım, oturacakları bir yer olsun istedim. Bunun yanı sıra çalışanlarımın tümü kadın. Bir tane geçtiğimiz günlerde erkek bir çalışanı şoförlük için işe aldım. Ama inanın ki bulsam onu da kadın alacaktım. Bir de ilk başlarda birkaç müşteri gelirdi 'burada niçin özellikle türbanlı kadın çalıştırıyorsun' diye sorardı onları ezmeye çalışırdı. Kimsenin kimseyi ezmeye hakkı yok. Kim olursa olsun, hanımlar evden çıkmalı ve ekonomik özgürlüklerine kavuşmalı".
İzmir'e 1492 yılında gelen İspanyol Musevilerinin emanet lezzeti olan boyozu, 32 senedir başarılı bir şekilde yapan Dostlar Fırınının emekli ustası Erdoğan Gürtuna, bu altın renkli hamur işinin hikayesini anlattı.
Erdoğan Gürtuna
Yako Abrovaya'dan gelen birikim
Boyoz
1933 yılında İzmir'de doğan Erdoğan Gürtuna (82), okul sonrası ailesine yardım etmek için Caferin Fırınında çalışmaya başladı. Ustası Yako Abrovaya'nın yanında 15 yaşında çalışmaya başlayan Ertuna, boyoz lezzetini getirenlerin hikayesini şu şekilde anlattı; "İspanya'dan Türkiye'ye 500 sene önce iltica eden Musevilerin geleneksel böreğidir. İlk önce İstanbul'a geliyorlar. Padişahın kabulünün ardından bir kısmı Balat'a yerleşiyor bir kısmı da Çanakkale'ye yerleşiyor. Oradan ayrılanlardan bir kısmı da İzmir Azizler sokağında ikamet etmeye başlıyor. Boyozun yapıldığı ilk yer İzmir Namazgah olarak bilinen Agora'dır. Bende bu yerleşkede bulunan Caferin Fırınında çalışmaya başladım. İsrail kurulduktan çok sonra da Museviler Türkiye'den ayrılmaya başladı. Dükkanları kapanınca ben de öğrendiğim bu hamur işini Alsancak'ta, el arabasında satmaya başladım".
Vefalı 'çırak' Mustafa Akar
Fırında kazan içinde pişen yumurtalar
Dostlar Fırınının sahibi Mustafa Akarla yollarının nasıl kesiştiğini sorunca Gürtuna şu cevabı verdi; " Türkler boyozla tanışınca ve Museviler'de yavaş yavaş ayrılınca iş Türklere kaldı. İlk önce Türklere ait iki fırın açıldı. Ben de Hüseyin Konya'nın açtığı fırında usta olarak işe başladım. O dönem Mustafa Akar'da benimle aynı mahallede otururdu. Sonra geldi yanıma çırak olarak çalışmaya başladı. 12 yaşında kovayla tahin taşıyordu, yağ taşıyordu... 14 yaşında tezgaha geçmeyi başardı ve yanımda hamur açmaya başladı. Birlikte 13 sene çalıştık. Mustafa daha sonra Almaya'ya gitti. Geldiğinde de direk beni arayıp Alsancak'ta bulunan bu yeri açtı".
2-1 lütfen
Vazgeçilmez üçlü: Boyoz, yumurta ve çay
1983 yılında Alsancak'ta açılan Dostlar Fırınının ustası Erdoğan Gürtuna boyozun yapımı hakkında şunları söyledi; "Boyozun esası un, tahin yağı ve susam yağından oluşur. Hepsi bu kadar.Şimdilerde çiçek yağı kullanıyorlar, unu zaten katkı maddeli olanından alıyorlar. Herkes yapıyor ama iyi yapan yok". Musevi yurttaşların bu hamur işini yaptığı zamanda da yumurtayla mı servis ediliyordu dediğimizde ise Gürtuna şunları söyledi; "Elbette. Hatta eskiden kara fırınlar vardı. Yumurtalar bu fırında 15-16 saat kaynardı. Çifte kavrulmuş olurdu, yumurta kokusu da olmazdı. Şimdi yine yok ama eskiden daha iyiydi.". İzmir'de yerleşmiş bir sipariş dili var bu dil her zaman mı böyleydi yoksa Türkler sonradan mı oluşturdu dediğimizde Gürtuna şunları söyledi; "Bu sipariş dili öteden beri olan bir şey. Eğer biri 2-1 diyorsa bilin ki büyük olan boyoz küçük olan yumurtadır. Bu öteden beri bu tatla özdeşleşmiş bir dil".
Dostlar Fırınını Açan Mustafa Akar 5 sene önce vefat edince kızı Berrin Akar işe el attı. Usta Erdoğan Gürtuna ise Dostlar Fırınına her gün gelmeye ve hikayesini insanlarla paylaşmaya devam ediyor.
Shunichi Horikoshi (56) Türkiye'ye 1994 yılında Miyako adında bir Japon restoranına 3 senelik kontratla geldi. Restoranla yaptığı anlaşmanın sona ermesinin ardından Türkiye'de kalmaya devam edip çeşitli restoranlara danışmanlık yaptı. 2003 yılında Japon yemekleri yapan bir yer açmaya karar veren Horikoshi, o günden bugüne tam 12 senedir Japon mutfağını tanıtmaya devam ediyor.
-Foto-Röportaj: Semih Konca
-Fotoğraf: Semih Konca
Türkiye'ye
2009 yılında gelen ve İstanbul’da İran yemekleri yapan bir yer açan Celil
Nazari, “Yemeklerimizde kilosu 4 bin dolarlık safran baharatı kullanıyoruz”
dedi.
Celil Nazari
Uzun bir süredir yürüttüğü nükleer program ile Batı’nın ve
Amerika'nın tepkisini çeken, son zamanlarda ise Yemen'de Husilere destek
verdiği iddia edilen İran, birkaç haftadır Türkiye'de iç siyasetin dışında en
çok konuşulan konularından biri haline geldi. Daha çok aldığı siyasi
kararlarıyla Türkiye'de konuşulan İran, mutfak kültürüyle de konuşulması ve
incelenmesi gereken bir ülke. Bu mutfak kültürü ise bugün, Aksaray'da açılan
Asuman (gökyüzü) İran Restoranında kendini tanıtma fırsatı buluyor.
Çocukluğun
mutfakta geçtiği bir hayat
Berg Kebabı
2008 yılında Türkiye'ye gelen Celil
Nazari (39), ondan 35 sene önce gelen akrabalarının izinden giderek Türkiye'de
kalmayı tercih ediyor ve 2009'un başında, akrabalarının açtığı turizm
şirketinin yakınında yine aynı ismi kullanarak Asuman İran Restoranı adında bir
yer açıyor. Kendisine niçin burada kalıp bir yer açtığını sorduğumuzda ise
şunları söyledi; "Bizim İran'da hali hazırda zaten iki tane restoranımız
var. Ben daha önce de akrabalarımdan ötürü Türkiye'ye gidip gelirdim. Burada bu
mutfağı iyi yapan bir yerin olmadığını gördüm. Bizde burada yaşayan İranlılara
layık bir yer açalım dedik". İranlı bir Azeri Türk'ü olan Celal
Nazari’ye yemek yapmaya ne zaman başladığını sorduğumuzda ise şunları söyledi; “Benim
ailem İran'da zaten yemek sektörünün içindeydi yani gözlerimi açtığımda zaten
bu mesleğin içindeydim Ben küçükken okul çıkışlarında evimizin yanında olan lokantaya
gider aileme yardım ederdim. Boş zamanlarımı da yemekle uğraşarak geçirirdim.
Küçüklüğümden beri bu işin içinde olunca da bu işi yapmaya devam ettim"
dedi.
“Yemeğin özünü
severiz”
Çelo (Pilav)
Asuman İran Restoranını 6 senedir
işleten Celil Nazari, İran mutfağı hakkında şunları söyledi; "İran mutfağı
pirinç ve et üzerine kuruludur. İranlılar midelerine düşkündürler, yemeğin
özünü yemek isterler. Her yemekte mutlaka sofralarımızda et ve tavuk bulundururuz.
Hamur işlerini pek sevmeyiz. Zaten genel olarak ekmekte pek tüketmeyiz.
Soframızda en önemli şey pilavdır". İran'da pişirilen pilavın
Türkiye'dekinden ne farkı var dediğimizde ise Nazari şunları söyledi; "Bir
defa pilavın kendisinde bir farklılık var. Pilavın yetişen bölgesi farklı
olduğu için şekli ve kokusu da farklı oluyor. Bunun yanı sıra pişirme
yöntemimiz sizinkinden değişiktir. Siz pilavı yaparken yağda kızartırsınız biz
su da haşlarız ve hiç bir şekilde yağ ilave etmeyiz. Diğer yandan yemeklerimizin
çoğunda safran kullanırız. Yemek hem lezzetli olur hem de yemeğin rengini
değiştirir".
Mutfaktan sofraya giden lezzetlerin eşsiz yolculuğu
Porsiyonlar
o kadar büyük ki tatlıya yer kalmıyor
Genel olarak İran mutfağının Türk
mutfağından ne farkı var dediğimizde ise Nazari şunları söyledi; "En büyük
fark, İran yemeklerinin pişme süresi Türk yemeklerine göre çok daha uzun. Bunun
yanı sıra kebap çeşitlerimizde kuyruk yağı ilave edilmez ve porsiyonlarımız
daha büyüktür. Ayrıca Türkler yemekten sonra tatlı yeme ihtiyacı duyuyor. Bizde
yemekler bol verildiği için zaten tatlıya yer kalmıyor. Bu durum buraya has bir
şey mi yoksa İran'da da mı böyle dediğimizde Nazari; " İran
restoranlarında tatlı çok az vardır zaten o yapılanlarda fazla yenilmez.
Gülerek, porsiyon fazla olunca yiyecek yer kalmıyor" dedi. Restoranda en
çok tercih edilen yemekler ise şöyle; Çelo Kebap Berg (pilav ve yaprak kebabı)
ve Çelekebap Kubideh (pilav ve Türkiye’deki adana kebabın bir benzeri).
Kilosu 4 bin dolarlık
baharat kullanılıyor
Safran şekeri ile servis
edilen çay
Yemek yapımında belki de en çok zorlanılan şey malzeme
teminidir. Bu konuda Celil Nazari'ye bir zorluk yaşayıp yaşamadığını
sorduğumuzda şu cevabı aldık; "Biz malzemelerimizin yüzde 90'ını
memleketten getiriyoruz. Bu sorunu da akrabamızın turizm şirketiyle
hallediyoruz. Örneğin limon suyumuzu, pirincimizi, baklamızı yani et
harici her şeyi İran'dan temin ediyoruz. Baharatları da aynı şekilde İran'dan
getiriyoruz. Mesela kilosu 4 bin dolar olan safranı da memleketten getiriyoruz
ve yemeklerin neredeyse hepsinde bu baharatı kullanıyoruz" dedi.
“Öğle yemeğinden sonra bir
saat yatılır”
Ceviz ve kuru üzüm bulunan
İran cacığı
2009'dan beri Türkiye'de ikamet eden Celil Nazari'ye bu
geçirdiği 6 yılda kendisine en çok neyin tuhaf geldiğini sorduğumuzda şunları
söyledi; "İran’da restoranlar servislerini öğlen saat 12’de açar 15’te
kapatır. Bu saatten sonra atıştırmalık dükkanlar haricinde yemeği anca akşam 7-10
arası yiyebilirsiniz. Ama burada restoranlar sabahtan akşama kadar açık. Ayrıca
bizde öğle yemeğinin üstüne bir saat yatılır ama burada adam yemeğini yedikten
sonra tekrar çalışmaya gidiyor, bu yönüyle ilk başta çok tuhaf geldiğini
söyledi".
Cemal Ok, 1963'te komi olarak girdiği Ayaspaşa Rus Lokantasının bugün tam 36 senedir emanetçiliğini yapıyor.
Judith Krischanovski (Madam Lucy) ve eşi Boris Krischanovski 1943 yılnda Gümüşsuyu'nda Ayaspaşa Rus Lokantasını açtı. Madam Lucy eşini kaybedince yanında çalışan Rum asıllı Stello ile ortak oldu. Madam Lucy, restoran işinden elini ayağını çekmeye karar verince işleri Stello yürüttü. Bir süre sonra Yunanistan'a dönmeye karar veren Stello ise emaneti 1979'ta Cemal Ok'a devretti. Restoranı devralan Cemal Ok, o günden bu güne tam 36 senedir müşterilerine bu mutfağı tanıtmaya devam ediyor.
Foto-Röportaj: Semih Konca
Fotoğraf: Semih Konca,Arşiv